Kim Korkar Güncel Baleden?
Wayne McGregor, Olafur Eliasson ve Jamie xx ile Tree of Codes
Farklı disiplinlerden ünlü isimlerin bir araya geldiği büyük prodüksiyonlardan devam filmleri kadar korkan biri olmama rağmen, Tree of Codes’a karşı koymak kolay değil. Güncel dansın öncü koreograflarından Wayne McGregor’u, kendi alanlarının yıldızları Olafur Eliasson, Jamie xx, Jonathan Safran Foer ve Paris Opera Balesi ile yan yana getiren projenin bir pazarlama mucizesi mi, yoksa ufuk açan bir işbirliği mi olduğuna karar vermek için projenin Londra prömiyerinin gerçekleştirildiği Sadler’s Wells’in yolunu tuttum.
Görsel sanatlar, bilim, felsefe, teknoloji, müzik gibi pek çok alandan beslenerek dansın ötesinde ve dansla diyalog halinde deneysel projelere imza atan Wayne McGregor, bugün dansın tanımının, kurallarının ve kitlesinin dönüşümünde büyük rol oynamış asi bir dahi.
2006 yılından bu yana İngiltere Kraliyet Balesi’nin koreografı olan McGregor, bu rolü üstlenen ilk bale eğitimi olmayan çağdaş dans kökenli isim. John Travolta filmleri izleyerek kendini yetiştiren ve ünlü okullara gitmeden bulunduğu noktaya gelen sanatçı, klasik bale dilini korkusuzca yeniden şekillendiren performanslarıyla pek çok ödül kazanmış. Tarihsel anlamda bale disiplininin kaderini değiştiren radikal yaklaşımıyla, kurallara karşı gelen bir “outsider”ın ana akımın akış yönünü belirleyebileceğini gösteriyor. Her ne kadar yerleşmiş gelenekleri hiçe saymasıyla klasik ekolden gelen bale eleştirmenleri ile sabit fikirli modern dans kitlesinin dişlerini gıcırdatmasına sebep olsa da, büyük ihtimalle günümüzün en üretken koreografı. Dans yazısı yazmak benim ne haddime diye düşündüğümde, parkuru bana bile cesaret veriyor.
Dansı Gerçek Hayata Taşımak
Bundan 11 yıl önce Royal Opera House’un ev sahipliği yaptığı güncel balesi Chroma’nın müziğini bestelemek üzere White Stripes ve Joby Talbot’ı davet ederek risk almaktan çekinmediğini gösteren direktör, sürpriz ustası olarak tanımlanıyor. Thom Yorke’un Lotus Flower klibindeki unutulmaz dansını ya da the Chemical Brothers’ın viral Wide Open videosunu hatırlayanlar olacaktır. İkisinin de arkasındaki deha olan Wayne McGregor’ın defileler, filmler (Harry Potter’da bile parmağı var) ve sergilere uzanan zengin üretimi, günlük hayatı dansa, dansı günlük hayata taşımayı başarıyor. Popüler kültürün en iyi örneklerinin gücünü, beden dilinde geliştirdiği yeni hareket dağarcığıyla birleştirdiğinde genellikle karşı konulmaz sonuçlar doğuyor.
İşbirliği Ustası
On parmağında on marifet olmakla kalmayıp imrendirici bir adres defterine sahip olan McGregor, önceki projelerinde Steve Reich, Pierre Boulez, Max Richter, Olafur Arnalds, Esa-Pekka Salonen, Mark Ronson, Ben Frost ve Kaija Saariaho gibi müziğin ağır toplarıyla çalışmış. Richard Serra, Francis Bacon, Josef Albers gibi ikonik sanatçıların çalışmalarından ilham alan baleler yaratan, Julian Opie, Idris Khan, Conrad Shawcross, Tauba Auerbach, John Pawson gibi güncel sanatçı ve mimarlar ile işbirliği yapan direktör, her projesiyle disiplinlerarası işbirliklerinin sınırlarını zorluyor.
Tree of Codes: Edebiyatın dansı
2015 yılında Manchester Festivali’nde prömiyerini yapan Tree of Codes’un çıkış noktası Jonathan Safran Foer’ın “Tree of Codes” başlıklı yapıtı olmuş. Bir sanatçı kitabı olarak tanımlayabileceğimiz iş ise ilhamını (gelmiş geçmiş en sevdiğim kitaplardan biri olan) Bruno Schulz’un 1934 tarihli kitabı Krokodil Sokağı’ndan almış. Safran Foer, dadaistler ve William S. Burroughs’dan ödünç aldığı “cut-up” tekniğiyle, Krokodil Sokağı öykülerinin kelimelerini fiziksel olarak keserek yepyeni bir hikaye yaratmış. Savaş döneminin gizli kod defterlerini andıran kitabın sayfaları, Wayne McGregor’ın eserinin omuriliğini oluşturmuş ve bu iddialı prodüksiyonla tabir-i caizse vücut bulmuş.
134 sayfalık kitabın koreografi ve sahne tasarımına tercüme edilmesi, Manchester Festivali’nin bir araya getirdiği Wayne McGregor ve Olafur Eliasson’un kitabı kendi içinde bir mekan ve izlek barındıran üç boyutlu ve hareketli bir mimari obje gibi görmesiyle mümkün olmuş. Balenin müziklerini bestelemek için ise Jamie xx’i davet etmeye birlikte karar vermişler. İkisi de hem kavramsal, hem popüler olmayı başaran ve xx grubunun üç üyesinden biri olan Jamie Smith’in hayranıymış. Jamie xx, performans için Safran Foer’in kitabının her sayfasını bir ritim yapısına dönüştüren özel bir bilgisayar programı geliştirmiş ve şarkılarını bu algoritma üzerine kurgulamış. Radarımızdaki Norveçli müzisyen Okay Kaya’yı da vokalleri için davet etmiş. İlk kez bir dans için beste yapıyor olmasına rağmen, kimi izleyiciler tarafından fazla “hafif” bulunsa da, seyircinin nabzını elinde tutan ve romanın post-apokaliptik ruhunu yansıtan bir müzik yaratmayı başarmış.
Bir fikri gerçeğe dönüştürmek – bir sanatçıyı diğer ölümlülerden farklı kılan özellik.
Jonathan Safran Foer’ın görsel sanat ve edebiyat arasındaki gri alanı keşfeden kitabı, kağıt ve kitapla neler yapılabileceğini sorgularken, Wayne McGregor, Olafur Eliasson ve Jamie xx için performans alanındaki yeni olasılıkları keşfetmek için yeni bir alan açmış. Tahminen egoları Eliasson’un Tate Modern’de sergilenen güneşi kadar büyük olan bu isimlerin iki yıllık prodüksiyon sürecinde nasıl işbirliği yapabildiğini kestirmek güç. Yine de, ortak noktası güncel üretimin soyut ve karmaşık kavramlarını ele alıp ulaşılabilir formlara dönüştürerek geniş kitlelere taşımak olan üçlünün bir araya geldiklerinde ortak bir dil yakalamaları zor olmamış.
Hız, ışık ve güç
McGregor her sayfa için bir koreografi kurgulamış ve Eliasson sayfalardaki mekanları tasarlamış. Tree of Codes’un dört nala koşan sahneleri ve kesintili kurgusu, esnekliği ve hızlı düşünmesiyle ünlü koreografın sabırsız doğasını yansıtıyor. Performans, dansçıların bedenlerine iliştirilmiş ışıklar ile zifiri karanlıkta belirmesiyle başlıyor. Postmodern orman perilerini andıran figürler, karanlıkta parlak takımyıldızları oluşturuyor. McGregor’ın alamet-i farikası olan keskin, hızlı ama akışkan hareketlerle sahnede yepyeni bir hayat doğuyor.
Olafur Eliasson’un üçte birini mimarların oluşturduğu Berlin’deki stüdyosunda yarattığı aynalar, dönen formlar ve renkli perdelerden oluşan soyut sahne tasarımı, dansçıların hayat verdiği canlı bir tablo gibi belleklere kazınıyor. Hem dansçıları, hem de izleyicileri yansıtan aynalar ikisi arasındaki sınırı kaldırıyor ve yarattıkları yansımalarla koreografiye sonsuzluk duygusu katıyor. Aydınlık ve karanlık arasındaki renk ve optik oyunları, kimi zaman dansçıları adeta bir kaleydoskopta izliyormuşsunuz hissi yaratıyor.
Kimi klasik dans kritikleri hızı sebebiyle Wayne McGregor koreografisinin zor okunduğunu ve büyük hareketlerin detaylarda kaybolduğunu düşünse de, o fiziksel düşünme olarak tabir ettiği yöntemle dansçılarının sınırlarını zorlamaya devam ediyor. Hem McGregor topluluğu, hem de Paris Opera Balesi dansçılarının istisnai fiziksel ve zihinsel gücünden dem vurmama gerek yok sanırım ama özellikle Louis McMiller’ın performansı bu anlamda özel bir vurguyu hakkediyor.
Öte yandan, yaratıcısının zihninden geçen soyut fikirleri, korkusuz içgüdüsel hareketlere dönüştürmek ve seyirciye iletmek konusunda hayli başarılı olsa da, Tree of Codes olgunluk noktasına erişemiyor ve ikinci yarıda olasılıklar tükenmeye başlıyor. Kimbilir, belki üçlünün bir arada daha uzun çalışma şansı olsaydı belki bu taslak bir başyapıta dönüşebilirdi.
Wayne McGregor’ın güncel balesi “Tree of Codes”, belki koreografın en entelektüel eseri değil ama kesinlikle görsel, zihinsel, işitsel ve fiziksel bir maraton. Kalp atışlarınız en yüksek bpm’deyken gösterinin sonu geldiğinde, tüm salon müthiş bir coşkuyla ayağa kalkıyor. Bu his bir süre sizinle kalıyor, sanki Olafur Eliasson’un sete yerleştirdiği aynada yansımanızı görmekle yetinmek yerine yerine, sahnedeki hareketin içinde bizzat yer almışsınız gibi. McGregor’ın rave kültüründen beslendiğini göz önüne alarak, bu kapanışı bir partinin en coşkulu anına benzetmek yanlış olmaz – günler sonra bile hatırladığınızda tekrar o mutluluğu duyumsatan toplu bir trans hali. Çirkin ve acımasız dünyamızda biraz güzellik, kural tanımazlık ve hafifliğe kimin ihtiyacı yok ki!
Gelecek Kuşaklara Yatırım
Bu ilkbahar dans topluluğunu Londra’nın doğusundaki Kraliçe Elizabeth Olimpiyat Parkı’na komşu olan Here East’a taşıyan Wayne McGregor, ‘We not I’ mimarlık ofisi tarafından tasarlanan bu kompleks içerisinde 25 farklı sanatçı ya da gruba beş hafta boyunca ücretsiz prova yapma sunuyor. Bunun karşılığında ise katılımcılar ülke genelinde sanat erişimi kısıtlı bölgelerde düzenlenen atölyelerde görev alıyor. Balenin hem devinimli hem de istikrarlı bir geleceği olması için çalışan koreograf, genç meslektaşlarına da rehberlik ediyor.