top of page

Manifesta 11: Parçalanan Avrupa’nın Birleştirici Bienali


Avrupa’da kriz derinleşip ulus devletlerin sınırları keskinleşirken, sanat ne yapabilir ve ne yapmalıdır? Avrupa’nın bienali olma iddiası taşıyan göçebe platform Manifesta’nın 11. edisyonu, 11 Haziran – 18 Eylül 2016 tarihleri arasında Zürih’e demir atıyor ve bu sorulara yanıt arıyor. Venedik Bienali ve dOCUMENTA ile birlikte Avrupa’nın en merakla beklenen sanat etkinliklerinden biri olan Manifesta, bir kez daha sanatın şehir ve toplumla ilişkisini, güncel sanat pratiklerini ve küratöryel normları sarsmaya hazırlanıyor. Manifesta 11’in küratörlüğünü ilk kez bir sanatçı, Christian Jankowski üstleniyor. Bienal, “İnsanlar Para İçin Ne Yapar: Bazı Ortak Girişimler” [“What People Do for Money: Some Joint Ventures”] teması altında, 30 sanatçıyı farklı meslek gruplarından profesyoneller ile işbirliği içerisinde yeni işler üretmeye davet ediyor. Böylece, güçlü lonca geleneğiyle tanınan Zürih şehrinde faaliyet gösteren dişçi, polis, meteorolog gibi farklı meslek grupları ve bu iş dallarının sanat ve sanatçılarla ilişkisine odaklanıyor. “Para için ne yapıyorum? Bu esnada işim beni nasıl etkiliyor?” temel sorularıyla emek meselesine eğilen bienal, 130 sanatçı, 250 iş, 30 yeni üretim ve 30 belgesel filmi bir araya getiriyor.


Manifesta, 100 yıl önce Dada’nın tohumlarının atıldığı yer olmasına rağmen günümüzde underground müzik tapınağı Zukunft gibi bir kaç vaha dışında pek bir heyecan sunamayan bu pasif agresif şehri güzellik uykusundan uyandıracak gibi gözüküyor. Derli toplu ve homojen Zürih, hedefi bienallerin olağan şüphelilerinden öte yeni kitlelere ulaşmak olan Manifesta için ideal bir laboratuvar sunuyor. Öte yandan, Avrupa 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana tanık olduğu en büyük insani ve finansal krizi yaşarken, cesur ve yenilikçi duruşuyla tanıdığımız Manifesta için Zürih gibi istikrarlı, steril, zenginlerin vergi cenneti, dünyanın sorunlarına mesafeli ve (sözde) tarafsız bir şehrin seçilmesi sanat dünyasını şaşırtmıştı. Üstelik, Manifesta bugüne kadar hep desteğe ihtiyacı olan periferideki şehir ve bölgeleri öncelerken, kültürel altyapısı anlamında sırtı pek, karnı tok olan bu şehre ne katabilir ki, diye sormadan edememiştik. Ne kadar tatmin edici bir yanıt olduğu tartışılır ama Manifesta’nın kurucusu süper-kadın Hedwig Fijen, bienalin tam da bu çelişkiden beslendiğini ve Zürih’in Avrupa’nın bugün içinde bulunduğu krizi değerlendirmek için alışılmadık bir bakış açısı sunduğunu söylüyor. Doğrudan demokrasiyle yönetilen, yüksek yaşam standartları sunan ve dört resmi dil konuşulan İsviçre’nin günümüz şartlarında adeta gerçeküstü göründüğünü ekleyen Fijen, bu vesileyle Manifesta’nın görgü tanığı ve sanatsal platform olarak rolünü tekrar sorgulayacaklarını ekliyor. Manifesta’nın açılışından yalnızca bir kaç gün sonra Zürih’in kapı komşusu Basel’de sanat piyasasının devlerini bir araya getirecek olan fuar Art Basel’i yarattığı heyecan anlamında gölgede bırakıyor olması bu anlamda manidar.


Göçebe Bienal, Kalıcı Sonuçlar


Ulusal temsillerin ötesinde gezgin bir güncel sanat bienali olarak kurgulanarak, esnek ve mobil bir yapıya sahip olması sayesinde deneysel yanını korumaya başaran bir etkinlik olan Manifesta, her iki yılda bir farklı bir şehir/bölgede gerçekleştiriliyor. Böylece sürekli değişen ve kendini yenileyen bu yapı, bugün de Manifesta Vakfı’nın direktörlüğünü üstlenmekte olan Hedwig Fijen tarafından bir Hollanda girişimi olarak kuruluyor ve ilk edisyonu 1996 yılında Rotterdam’da doğuyor. Manifesta, sanatçı ve küratörlere yeni çalışma yöntemlerini deneme ve farklı kitlelerle iletişim kurma fırsatı sunarak, Avrupa’nın görsel sanatlar platformu olarak hızla büyüyor ve kıymetli bir ağ yaratıyor. Berlin duvarının yıkılışının getirdiği Pan-Avrupa ideallerinin körüklenmesine fırsat veren heyecan ve umut verici dönemde, yenilikçi ve birleştirici bir bölgesel güç olarak rüştünü ispat ediyor.


DNA’sında kritik düşünce, bilimsel araştırma ve sanatsal deneysellik olan Manifesta’ya ev sahipliği yapan şehirler, Olimpiyatlar ya da Avrupa Kültür Başkentleri gibi bir adaylık süreç sonucu belirleniyor. Aranan kriterlerin başında yerel yönetimlerin vaat ettikleri maddi katkı, şehrin kültürel, yapısal ve beşeri sermaye anlamında işbirliği kapasitesi ile alışılmadık sergi mekânları sunma potansiyeli geliyor. Seçilen şehirler, küratoryel bir mercek altına alınıyor ve yerel bağlam her edisyonun çıkış noktası oluyor. Bienal geçici bir sergiden ibaretmiş gibi gözükse de, Manifesta aslında hazırlık süreci boyunca yürütülen hummalı çalışmalar, şehrin kültürel altyapısına yaptığı yatırımlar, yerel aktörler ve uluslararası sanat dünyası arasında kurduğu yeni ortaklıklar ve yürüttüğü eğitim programları ile ev sahibi bölgeler için uzun vadeli çıktılar yaratıyor. Bienalin her edisyonda büyük bir mücadele sonucu denkleştirilen bütçesi, yerel ve merkezi yönetimler, Avrupa fonları, bireysel ve kurumsal özel sponsorlar ile katılımcı sanatçıların ülkelerindeki kültür enstitülerinin desteğiyle finanse ediliyor – bu da tabii ki kimi zaman bienalin tarafsızlığı konusunda soru işaretleri yaratabiliyor. Üstelik, bienali her iki yılda bir yeni bir bağlama taşımak, beraberinde operasyonel zorluklar ve politik sıkıntılar de getiriyor. Örneğin Saint Petersburg’da gerçekleştirilen ve Rus hükümeti tarafından finansal olarak desteklenen Manifesta 10, Rusya’nın nice politik sıkıntısına ek olarak LGBT karşıtı yasaları sebebiyle protestolara maruz kalırken, Kıbrıs’ta gerçekleştirilmesi planlanan altıncı edisyon açılıştan üç ay önce iptal edilmişti. Her seneki finansman sıkıntılarına ek olarak, bu sene ise en büyük zorluklar küratör olarak bir sanatçıyla çalışmak ve Zürih’teki yerel ekip, Amsterdam’da ana ofis, Berlin’deki küratörler ile dünyanın dört bir yanındaki katılımcılar arasındaki senkronizasyon ve iletişimi sağlamak olmuş. Yaşasın küresel sanat dünyamız ve Skype üzerinden organize edilen sergiler!


Emek, İşbirliği, Uzlaşma


Manifesta bu yıl iki ana projeden oluşuyor. İlki, Manifesta küratörü Christian Jankowski tarafından davet edilen 30 sanatçının, Zürih’teki farklı mesleklerden bireylerle işbirliği yaparak oluşturacağı yeni işler. Şehri oluşturan farklı kimlikleri beklenmedik bir şekilde ele alan bu ittifaklar, Jankowski’nin kendi sanat pratiğinin modus operandi’si olan sanat-dışı meslek gruplarıyla işbirliklerini bienalin kalbine yerleştiriyor. Böylece, hem sergileri kurgularken kültür kurumlarının hegemonyasından özgürleşiyor, hem de projenin sanatın elitlerinin ötesine dokunmasını sağlıyor. Zürih’te icra edilen farklı mesleklerin kapsamlı bir listesini çıkaran küratör, davet ettiği sanatçılara bu listeyi sunmuş ve bir meslek seçmelerini istemiş. Manifesta ekibi de bu meslek grubundan en uygun “ortağı” saptamış, çünkü meslek erbabı da aslında ortaya çıkacak işte sanatçı kadar önemli.


Bir nevi evlilik ya da “joint venture” olarak tabir edilen projelerin her biri, üç farklı yerde sergilenecek: seçilen mesleğin icra edildiği bir “uydu mekân”, bir kültür kurumu ve Manifesta için Zürih Gölü’nün kıyısında özel olarak inşa edilen Yansımalar Pavyonu. Manifesta’nın işbirliği yaptığı Zürihli kültür kurumları arasında Migros Museum für Gegenwartskunst, LUMA Westbau/POOL etc, Kunsthalle Zurich ve Helmhaus yer alıyor. Heyecanla beklediğimiz projelerden birinde Katalan sanatçı Carles Congost, Zürih İtfaiyesi ile işbirliği yaparak, 20 yılı küsur yıldır İsviçre’de yaşayan Tina Turner onuruna ateş gösterili bir müzikal performans hazırlıyor. Yaramaz süperstar Maurizio Cattelan, paralimpik bir atletle çalışırken, Teresa Margolles bir transseksüel seks emekçisi, Marguerite Humeau bir robotik mühendis ve Shelly Nadashi bir edebiyat öğretmeniyle işbirliğini tercih etmiş. Amerikan sanatçı ve tasarımcı John Arnold ise, Zürih’in ünlü restoranı Maison Manesse’in Michelin yıldızlı şef Fabian Spiquel ile ortaklık kurmuş. Zürih’in sokak büfelerine verilen isim olan “imbisse” ve İngilizce’de büyükelçilik manasına gelen “embassy” kelimesinden oluşan bir kelime oyunu içeren “Imbissies” isimli projesiyle, resmi devlet yemeklerinde servis edilen tarifleri yeniden yorumlayarak şehrin büfelerinde halka sunuyor. Kışkırtıcı Fransız yazar Michel Houellebecq ise Manifesta jargonuyla “ev sahibi” olarak doktor Henry Perschak’ı seçmiş. Her yaptığı işle sansasyon yaratan yazar, bu işbirliği kapsamında katılımcıları vücudunun kapsamlı bir check-up’tan geçmesini izlemeye davet ediyor. Türkiye’den yeni bir iş üretmek üzere çağrılan tek sanatçı ise resim restoratörü Nicolas Boissonnas ile ortak bir iş üretecek olan Aslı Çavuşoğlu. 14. İstanbul Bienali’nde büyük yankı uyandıran Kırmızı/Kırmızı isimli işi Mayıs ayı itibarıyla Mathaf: Arap Modern Sanat Müzesi’nde sergilenmeye başlayan sanatçı, küratörün ilk davet ettiği isimlerden biri olmuştu.


Yüzü aşkın “pozisyon” içerecek olan ikinci ana proje ise, Christian Jankowski ile Francesca Gavin eş-küratörlüğünde hazırlanan “Tarihsel Sergi: İnşaat Alanı” başlıklı sergi. Soho House’un uluslararası sanat koleksiyonunun küratörü ve Dazed&Confused’un sanat editörü olarak tanıdığımız hiperaktif İngiliz yazar ve küratör Francesca Gavin’in, bu sergiyle popüler kültür dergilerinin yazarından öte ciddiye alınacak bir küratör olarak rüşdünü ispat etmeyi umduğu söyleniyor. Löwenbräukunst ve Helmhaus’da yer alacak bu sergide, Jankowski ile birlikte emeğin geçmişte ve günümüzde sanatta nasıl temsil edildiğine bakıyorlar. Bu sergiye Türkiye’den davet edilen tek sanatçı ise Ahmet Öğüt. 2015 yılında Chisenhale Galeri’de Jankowski’nin temasıyla kavramsal kan bağı olan bir proje gerçekleştiren Öğüt, bir işin üretimine katkıda bulunanlar ve işbirliklerinin doğasını incelemişti. “Happy Together: Collaborators Collaborating” başlıklı bu projede, daha önce işbirliği yaptığı farklı meslek ve milletlerden bireyleri davet etmiş ve TV stüdyosuna dönüştürdüğü galeride bu kişilerle daha sonra bir filme dönüşen konuşmalar gerçekleştirmişti.


‘Peki ya Dada’ diye diye soracak olursanız, akımın doğum yeri Cabaret Voltaire, Manifesta vesilesiyle kapsamlı bir mimari değişimden geçiyor ve küratörün tabiriyle bir “sanatçı loncası”na dönüştürülüyor. Binanın dış cephesine yerleştirilecek olan plastik cumba, Dada’nın yüz yıl önceki doğumundan bugüne binanın tarihsel dönüşümüne işaret ederken, binanın içi bienalin performans programına ev sahipliği yapacak. Lakin sanatçıların bu oluşumun üyesi olabilmek için, Manifesta’nın temasına sadık kalarak, sanatçı olmayan bir ‘ortak’la gerçekleştirecekleri bir performans önermeleri gerekiyor. Bu açık sahne, 100 gece boyunca sanatçı olmayan bireylere ve alternatif seslere kendini ifade etme imkanı sunarken, aslında kabarenin beslendiği saray soytarısı geleneğine de dokunmuş oluyor. Dolayısıyla sonuçları sürpriz olan bu proje, otoriteye esprili meydan okunuşuyla tanınan ve The Guardian gazetesi tarafından ‘saray soytarısı’ olarak tamımlanan Christian Jankowski’nin kendi pratiğiyle de doğrudan ilişkili.


Farklı katmanlarıyla değerlendirildiğinde, projenin tümünü Christian Jankowski’nin dev ölçekli bir işi olarak ele almak mümkün. Kendi hiçbir işini sergilemeyecek olsa da, işlerinin doğası performatif olan sanatçının küratörlük deneyi, gerçeklik ve kurgu arasında bağ kurduğu işlerini üretme sürecine paralel ilerliyor. Kendisi de bu durumu kabul ediyor ve insanlarda bir düşünce uyandırmayı hedeflediğini söylüyor.


The Guardian tarafından sanat dünyasının “sarayın delisi” olarak tanımlanan Jankowski, kendine has espri anlayışıyla adeta bir “outsider” gibi hareket etmesine rağmen, eleştirel ve ticari anlamda önemli bir başarıya ulaşmış bir sanatçı. Sanat dünyasının değer sistemini sorgulayarak 2011 yılında Frieze fuarında 10 milyon pound’luk bir yatı 65 milyona satması, Vatikan üyeleriyle en başarılı İsa adayını seçtiği tele-realite programı, Venedik Bienali’ndeki işinin başarısını İtalyan televizyonundaki medyumlara danışması gibi işleriyle gösteri toplumu üzerine bir analiz ve eleştiri sunuyor. Aslında kendi sanatçı kariyerine de Hamburg’da 1992 yılında kurduğu bağımsız mekân Friedensallee 12’nin küratörü olarak başlamış olan Jankowski, belki de bu bienalin küratörü olarak icra ettiği performansla bugüne kadarki en önemli işini gerçekleştirmiş oluyor.

Christian Jankowski’nin kendi sanat pratiğinde dada’nın öncüsü Duchamp’ın izlerini taşıdığını ve öte yandan, Duchamp’ın da küratörlük ve sergi tasarımı pratiğiyle kendi döneminde çığır açtığı göz önüne alındığında, Manifesta’nın Dada’nın 100. yılında akımın başkenti Zürih’te gerçekleşecek edisyonunda küratör olarak Jankowski’nin seçilmiş olmasını daha da anlamlı kılıyor.

Manifesta’nın mimari göz bebeği ise şiirsel ismiyle Zürih Gölü üzerinde süzülmek üzere inşa edilen Yansımalar Pavyonu (Pavillion of Reflections). Studio Tom Emerson tarafından tasarlanan ve inşa edilen yapı, Christian Jankowski’nin ifadesiyle “gündüz bir şehir adası, buluşma noktası ve açık bir yüzme alanı; akşam ise açık hava sineması” olarak işleyecek. Yeni işlerin üretim süreçlerine dair filmler izleyicilerle buluşacak, tartışma ve etkileşime açık bir alan yaratılacak. Barı ve manzarasıyla Zürihliler için yazın sosyalleşme merkezi olması muhtemel Yansımalar Pavyonu, bienalin çok önem verilen yorumlama ve eğitim programlarının da merkezi olacak.


Manifesta’nın Geleceği, Avrupa’nın Geleceği: Hedefimiz Akdeniz


Hollanda’nın Rotterdam şehrinde gerçekleşen ilk bienalden sonra iptal edilen Lefkoşa edisyonunu saymazsak sırasıyla Luxemburg, Ljubljana (Slovenya), Frankfurt (Almanya), Donostia-San Sebastian, Trentino-Alto Adige/Südtirol bölgesi, Murcia (İspanya), Limburg (Belçika) ve Saint Petersburg’da (Rusya) gerçekleşen Manifesta, bugüne dek 2,5 milyon izleyiciyle buluşmuş. Bienal, 2018 yılında ise on yıl sonra İtalya’ya dönüyor. Manifesta 12, Sicilya’nın Palermo kentine gerçekleşecek ve hazırlıklar şimdiden başlamış. Benim için ayrı bir yeri olan ve dünyanın en çok fethedilen şehri ünvanını taşıyan Palermo’nun geleceği için Manifesto’nun yapabileceği çok şey var. Manifesta’nın küratoryel araştırması için müthiş zengin bir şehirsel ve tarihsel kanvas sunan Palermo, henüz potansiyelini gerçekleştirememiş bir hazine. Palermo Belediyesi de etkinliğin önemini kavramış olacak ki proje için yaklaşık 4 milyon euro’yu gözden çıkarmış. Manifesta 2020 yılında ise dümeni Marsilya’ya kırıyor. Bienalin öngörülen bütçesinin yaklaşık çeyreğine tekabül eden 2.4 milyon euro’luk fonun Marsilya şehri tarafından karşılanacağı garanti edilmiş. Göç ve kriz sarmalındaki Akdeniz havzasının bu tarihsel limanları, sanatın dönüştürücü gücünü kavramış gözüküyor. Ne dersiniz, Manifesta’nın 2022 edisyonu için Türkiye’den bir talip çıkar mı? Sadece bienali düzenleme haklarını alabilmek için 627.000 euro’yu gözden çıkaracak, bienalin prodüksiyonu için bir kaç milyon euro yatırım yapmayı ve kurumları, yerel yönetimleri ve sanat profesyonelleri ile oluşumu yapısal ve operasyonel olarak destekleyebilecek bir adayınız varsa hodri meydan.


Istanbul Art News, Haziran 2016

Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
bottom of page