top of page

Frieze Londra Haftası: Sınırlara İnat Sanat

Frieze Londra’nın 14. edisyonu ile bu yıl 5. kez gerçekleşen Frieze Masters, İngiliz Hükümeti’nin Brexit’e dair zamanlamayı açıklaması ve İngiliz Sterlini’nin son 31 yıldaki en düşük değerine ulaşmasıyla açıldı. Üstelik Frieze fuarlarının 13 yıllık ana sponsoru Deutsche Bank’ın ciddi bir buhrandan geçiyor olması ve bu durumun sistemik bir küresel kriz yaratması korkusu da Frieze haftasının üzerindeki kara bulutlardandı.


Kimileri İngiltere’nin gitgide içine kapanan bir adaya dönüşeceğinden korkarken, kimileri düşük pound’un ihracat, turizm ve tabii sanat piyasası için bulunmaz nimet olduğunu ileri sürüyordu. Bazı sanat tacirleri ellerini ovuşturarak Brexit sonrasında kıtadan adaya gelen sanat eserlerine daha düşük vergiler uygulanması ve ikincil piyasada sanatçılar ve miras sahiplerine hak doğuran telif yasalarından vazgeçilmesini savunuyordu. Açılışlar, galeri yemekleri ve ayaküstü fuar sohbetlerinde Avrupa’nın tartışmasız sanat başkenti Londra’nın Brexit’e rağmen merkez konumunu koruyup koruyamayacağı favori konulardandı. Spekülatif alternatif şehir arayışları (Paris? Berlin?) hep argümanların çürütülmesiyle sonuçlanıyordu. Peki herkes nereye gidecekti? Finansal pasaport haklarının riske girmesiyle City’den Kıta Avrupası’na taşınmaya başlayan bankalar ve hukuk büroları gidince koleksiyoner ve yatırımcı anlamında nasıl bir kan kaybı yaşanacağı hararetle tartışılıyordu. Serbest dolaşımın kısıtlanması Londra sanat dünyasını dinamik ve heyecanlı kılan çeşitliliği nasıl etkileyecek? Sanatçılar, içinden geçtiğimiz korku ve belirsizliğin hakim olduğu bu dönemde nasıl bir rol oynayabilir? Bu acil sorular ve daha fazlası Frieze’in “Borderlands” temalı konuşma programında Shumon Basar, Jill Magid, Fatima Al Qadiri ve Frieze Sanatçı Ödülü’nü kazanan Yuri Pattison gibi isimler tarafından masaya yatırılsa da, henüz Londra sanat dünyasını fiilen etkilememiş gözüküyordu. “Lüks tüketim” için dünyayı dolaşan Amerika, Uzakdoğu ve Arap Yarımadası kökenli zenginler için Londra birdenbire en uygun fiyatlı şehir oluverirken, bu paradoksal durum Frieze ve paralel fuarları da olumlu olarak etkiledi. Ayrıca galeriler Londra’nın hala geniş ve bilgili bir koleksiyoner kitlesine ulaşmak için New York’tan sonra ikinci en önemli şehir olduğu konusunda hemfikir gözüküyordu. Paris’in en etkili galerilerinden Kamel Mennour’un ilk uluslararası şubesini Frieze ile eş anlı olarak Londra’da Latifa Echakhch solo sergisi ile açması önemli bir işaret olarak algılandı. Hong Kong’daki galerisiyle kendisinden söz ettiren Fransız Edouard Malingue’in kardeşi Olivier Malingue de Londra’da galeri açanlar kervanına katıldı ve New Bond Street’teki mekânında önemli Koreli sanatçı Cho-Yong Ik’in Avrupa’daki ilk solo sergisini ağırladı. Paris ve Brüksel bazlı Almine Rech, Londra’daki ikinci galerisini Frieze haftasında Savile Row’da Jeff Koons ile açtı. Galerinin karşı komşusu Gagosian tarafından da temsil edilen Koons sergisinin açılışında uzun kuyruklar oluştu. Skarstedt ise Bennet Street’te bulunan yeni mekânını Cindy Sherman ile açtı. Bu gelişmeler ve Brexit’in teknik bir konudan ibaret olduğu savunan Avusturyalı Thaddaeus Ropac’ın ilkbaharda gösterişli bir Londra şubesi (galerist beş katlı 18. yüzyıl malikanesi Ely House’u satın aldı) açacak olması Avrupalı galerilerin Brexit pazarlığının sonucu ne olursa olsun Londra’dan vazgeçmeyeceğini gösteriyor.


Öte yandan Frieze’in yakın zamanda Amerikalı eğlence, spor ve moda grubu WME/IMG tarafından satın alınmış olması, uluslararası fuar grupları arasındaki güç dengeleri ve genişleme stratejileri açısından yeni bir döneme işaret ediyor. Bu azılı rekabet çerçevesinde Frieze’in aldığı stratejik kararlardan biri, bu sene fuarın tarihini Ekim’in ilk haftasına çekerek Paris’te gerçekleşen FIAC ile arasına bir haftalık bir mesafe koymak olmuştu. Yine de Ekim ayının kutsal rotasında yaşanan bu değişiklik iki fuarı da katılım ve satış anlamında etkilememiş gözüküyor.


Galeriler gibi fuarların da hayatta kalmak için kurumsal yatırımcılara ihtiyaç duyması ve uluslararası büyüme baskısı önümüzdeki günlerde hararetle konuşacağımız bir konu olacak. Örneğin Maastricht’in prestijli antika, sanat ve tasarım fuarı TEFAF’ın New York girişimleri bu trendin göstergelerinden. Sonbahar edisyonu Ekim sonunda programlanarak Frieze Masters’a rakip olarak konumlanırken, TEFAF New York ilkbahar edisyonu ise Frieze New York’la aynı tarihlerde gerçekleşerek rekabeti kızıştıracağa benziyor.


Frieze Londra bu sene 30 ülkeden 160 galeri ağırladı. Fuarın en iyi eleştiri alan bölümü, küratörlüğünü Nicolas Trembley’nin üstlendiği “Nineties” oldu. 1990’ların ikonik sergileri (Wolfgang Tillmans’ın fuarda canlandırılan 1993’teki ilk galeri sergisi gibi) ve unutulmaz işlerine saygı duruşu niteliğindeki bölüm sayesinde, 90’ların bugün güncel sanat pratiğinde yaygın olan çoğu tema ve durumun çıkış noktası olduğunu hatırlamış olduk. Hauser&Wirth’ün kurmaca bir sanatçı stüdyosu gibi tasarlanan ‘L’Atelier d’artistes’ başlıklı standı fuarın en çok ilgi gören sunumu oldu. Hans Arp, Francis Picabia, Louise Bourgeois gibi galeri tarafından temsil edilen tam 46 sanatçının işleri tabir-i caizse milyon dolarlık peynir ekmek gibi satıldı. İronik bir şekilde, serginin küratöryel metni bizi sanatta mizansenin rolünü sorgulamaya teşvik ediyordu. Galerinin şehirdeki mekânlarında ise Lygia Pape ve Mike Kelley’nin müze koleksiyonlarına layık işlerini görmek mümkündü. Fuarın en instagram-dostu işi, P.P.O.W.’un gösterdiği ve tüketim toplumunun kız çocuklar üzerindeki etkisini konu alan Portia Munson’un 1994 tarihli “Pink Project: Table” [Pembe Proje: Masa] yerleştirmesiydi. Simon Lee’nin standı ise üç farklı sergiye sahne oldu. Ön izleme günü Hans-Peter Feldmann işlerini sergileyen galeri, takip eden iki gün Paulina Olowska ve son iki gün Sarah Crowner’ın işlerine yer verdi.


Şahsi favorilerim ise 2013’te kaybettiğimiz Channa Horwitz’in hipnotize eden işlerinin yer aldığı Ghebaly Gallery (Los Angeles), Zoë Paul ve Angelo Plessas’ın işleriyle Breeder Gallery (Atina) ve Ryan Gander tarafından tasarlanan ‘Auto-Abstraction’ başlıklı Limoncello (Londra) ile Taro Nasu (Tokyo)’nun ortak standı oldu. Ayrıca Frieze’e ilk kez katılan Guatamela bazlı galeri Proyectos Ultravioleta da Focus bölümü ödülünü kazanarak radarımıza girmiş oldu. Frieze’in heykel bahçesi ise Londra’da zor rastlanan güneşli havanın da etkisiyle 7’den 70’e ziyaretçilerin favorisi oldu. Fuar bitti ama ‘Sculpture Park’ 8 Ocak 2017 tarihine kadar ücretsiz gezilebilir.


Frieze Masters her zamanki gibi bu yoğun hafta içerisinde nefes alma imkanı veren sanat tarihsel bir vahaydı. Yüksek fiyatlarıyla büyük kardeşinden daha niş bir kitleye hitap eden ve ticari anlamda başarılı olup olmadığı hep spekülasyon konusu olan Masters’ı anlatmak için başlı başına bir yazı gerek ama fuar bu sene de tutarlı ve hayalimizdeki müzeye layık bir seçki sunuyordu. Beni tek hayal kırıklığına uğratan, iki yıl önce hayali bir koleksiyonerin 1968 yılında Paris’teki evini, 2015’te ise Jean Dubuffet’nin akıl hastanesi canlandıran inanılmaz sergiler sunan Helly Nahmad’ın cesur bir şekilde yalnızca üç Picasso’dan oluşan çıplak bir stand sergilemesiydi.


Gelelim Frieze’in uydularına... Sanat ve tasarımı başarıyla buluşturan ilk fuarlardan biri olan PAD London (Pavillion of Art and Design) bu sene 10. yılını kutluyordu. VIP Davetiye konusunda en seçici fuar olmasına rağmen açılışında izdiham yaşanan fuarda, “crème de la crème” koleksiyonerler ve tasarımın yıldızları buluştu. Belki de bu belirsiz ekonomide koleksiyonerlerin estetik arayışlarına hitap eden, zaman testini geçmiş ve kolay ilişki kurabildikleri güvenilir değerlere yönelmesi şaşırtıcı değil.


Somerset House’ta üçüncü kez gerçekleşen 1:54 Afrika Güncel Sanat Fuarı, Batı kanonu dışında da bir üretim olduğunu hatırlatması açısında önemli bir etkinlik olduğunu bir kez daha kanıtladı. Fuarın 40 katılımcısı Afrika ve diasporadan 130 sanatçı sundu, ama fuar açılışı takip eden günlerde maalesef boştu. Zak Ové’nin 40 heykelden oluşan ve Somerset House’un avlusunda yer alan yerleştirmesinin edisyonlarından birinin ise fuarın sponsoru Floreat’ın sahibi Hussam Otaibi ve küratör Nick Hackworth tarafından satın alındığı öğrenildi. Otaibi, bu yıl “Modern Forms” isimli bir güncel sanat platformu kurmuş ve Berkshire’da bir heykel parkı açmaya hazırlanıyormuş.


New York ve Brüksel’de gerçekleşen Independent ile ikinci edisyonuyla iyi eleştiriler alan Paris Internationale gibi galerilerin inisiyatifinde yürütülen bağımsız fuarlar şu sıra çok revaçta. Sunday Art Fair de bu ekolün radikal temsilcilerinden. Risk-sever koleksiyoner Anita Zabludowicz’in fuarda bir resmini aldığı Royal Academy mezunu Elliot Dodd ve bir video işini aldığı Maximilian Schmoetzer’i takibe alın derim. Benim aklım ise Anat Ebgi tarafından temsil edilen Neil Raitt’in Bob Ross ve David Lynch’i buluşturduğu folk peyzajlarında kaldı.


Bu yıl National Gallery’deki Caravaggio açılışı gibi bazı büyük sergi açılışlarının Frieze’e denk getiril(e)memiş olması dikkat çekti. Öte yandan zaten o hafta boyunca açılan Parasol Unit’te Robert Therrien, Tate Modern’de Philip Parreno gibi sonsuz sayıda sergi olması bizi soluksuz bırakmaya yetmişti. Royal Academy’de kuyruklar oluşturan ve nadir bir arada görülebilecek başyapıtlardan oluşan Soyut Dışavurumculuk sergisi, Hayward Gallery’nin Vinyl Factory ile işbirliği içerisinde The Store’da düzenlediği ses ve video üzerine güçlü işleri buluşturan ‘Infinite Mix’ ve Whitechapel Gallery’de yer alan muhteşem William Kentridge sergisi de bu sonbahar Londra’da kaçırılmaması gerekenlerden.


Tate Britain’da gerçekleşen Turner Ödülü sergisinde Anthea Hamilton’ın devasa “kaba et” heykeli önünde en çok selfie çekilen iş oldu. Şahsi favorim ise Michael Dean’in merkezinde İngiltere’de dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırına gönderme yapan £20,436 tutarında bozuk para tepesi olan sosyal eleştiri yüklü yerleştirmesiydi. 5 Aralık’ta sahibini bulacak olan prestijli ödülün finalistleri arasındaki en geç ama en meşhur sanatçı Helen Marten’in eş anlı olarak Serpentine Gallery’de gerçekleşen solo sergisi jürinin kararını etkiledi mi, göreceğiz.


Bu yoğun sergi ve fuar programının tabii bir de gece hayatı yüzü var: Londra partileri genellikle uzak mesafeler ve etkinlik bulimisi sebebiyle Basel küçük şehirlerdeki fuarların samimi sosyal havasını yakalayamasa da, Sunday fuarının eski bir İngiliz pub’ında düzenlediği ‘fish&chips’ partisi bu anlamda en keyifli geceydi. Tolga’nın Fair Pop Up partisi de her zamanki gibi gün içinde ağırbaşlı hallerini gördüğümüz sanat dünyasının öteki yüzünü görmek için paralel bir dünyaya açılan bir kapı gibiydi.


Frieze esnasında hatırı sayılır bir Türkiye çıkarması yaşandı. “Frieze Tate Modern Fonu”, fuardan özel bir jüri tarafından seçilen yapıtların müze koleksiyonuna katılmasını sağlıyor. Bu sene GBP£150.000 tutarındaki fon ile Portekizli sanatçı Leonor Antunes ile Malezyalı sanatçı Phillip Lai’nin yanı sıra Hüseyin Bahri Alptekin’in Rampa tarafından fuarda sergilenen beş işi Tate Modern koleksiyonuna katılmış oldu. Rodeo’nun standında Banu Cennetoğlu’nun işleriyle hasret giderdik. Taner Ceylan’ın heykeltraş Pedro de Mena’nın 17. yüzyıl tahta heykellerinden esinlenen işleri “I Love You” başlıklı bir sergiyle Sotheby’s S|2’de sergilendi ve yoğun ilgi gördü. Pi Artworks, küratörlüğünü Övül Durmuşoğlu’nun üstlendiği bir sergiyle Pilvi Takala ve Kasper Bosmans gibi sanatçıları bir araya getirdi. Artkurio ve Open Space Contemporary işbirliğiyle Burcu Yüksel ve Hüma Kabakçı küratörlüğünde gerçekleşen “All Fun And Games Until Someone Gets Burnt…” sergisi de sanat piyasasına ve tüketim toplumuna eleştirel yaklaşımıyla gündemdeydi.


ABD seçimleri, Orta Doğu’nun yürek parçalayan hali, Avrupa Birliği’nin belirsiz geleceği gibi geleceğimizi ipotek altına alan pek çok tehlikeye rağmen, Frieze haftasına şaşırtıcı bir şekilde pragmatik ve umut veren bir hava hakimdi. Buraya sığmayan onlarca sergi ve etkinlik ağırlayan sanat kurumları, yaşanan arz fazlasına rağmen çok da kötü olmayan müzayede sonuçları, bir şekilde hayatta kalmayı başaran irili ufaklı pek çok fuar ve manik bir şekilde bu aktiviteler arasında koşturan uluslararası sanat ve tasarım dünyası aktörleri, şimdilik popülist politikacılara rağmen Londra’nın küresel sanat merkezi bayrağını bırakmaya niyeti olmadığını gösteriyor.

Comentarios


Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
bottom of page